GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 3.SEKS:

Buraya kadar sözünü ettiğimiz optimizm ve yöntem, kişinin temelini oluşturan iki ana unsurdur. Bundan sonraki noktalar ise bu iki temel üzerine oturtulması gereken ve yaşamdan zevk alınmasını sağlayan noktalardır. Bunları gereğince yaşayamadığımızda "hayatımız zindan olur" sözü çok uygun düşecektir. Bunların başında ise "seks" gelir.

Cinsel konularını doğru bir yörüngeye oturtmamış, bu noktada temel sorunlarını çözmemiş insanlar hem kendilerine hem de çevresindekilere huzursuzluk kaynağıdır. İnsanlık tarihi incelendiğinde yaşamın cinsel boyutunun insanlara kazandırdığı güzellikler ve acıların sonsuz izleri görülür. Kendi yaşam nedenimizden tutun da, sanatın her dalına, mimariye, yemeye içmeye kadar hayatın her alanında bu güdünün etkisiyle kararlar alınır, olaylar yaratılır ve yaşanır.

Ancak bu denli önemli olan bu konudan söz edilmesi pek çok aile ve toplumda yasaktır, ayıptır, günahtır. Ayıp, yasak sayılmayan bazı çevrelerde ise çok sudan, çok basit bir konuymuş gibi fazla üzerinde durmadan geçilir. "İstemem yan cebime koy" der gibi. Ya da çok bayağı konuşulur.

Her şeyden önce bu konuda aile ve toplumun açık ve samimi olması gerekmektedir. Yasaklar ve tabular yerine bu konu açıkça ve sık sık toplumun her kesiminde tartışılmalı, konuşulmalı, yazılmalı, açılımları araştırılmalı ve bu denli önemli bir konunun karar sistematikleri gözden geçirilmelidir.

Üreme olayı ile cinsel haz olayının ayrımı, insanın iç dengesinin oluşturulmasında ve bu konunun yörüngeye oturtulmasında ana yol ayrımıdır. Pek çok din ve teori bu iki konuyu birbirine karıştırmış veya çözüm getiremeyip yasaklamıştır.

Binlerce yıl insanların kafasını karıştıran ve meşgul eden böylesine önemli bir konu hakkında yazılan, çizilenlerin de çok fazla dişe taşa dokunur olmadığını görüyoruz. Olanların da çoğu zamanın hışmına uğramış ve yok olmuştur. Tıpkı Taocu düşünürlerin yazdıkları eserler gibi.

Eski Çin`de Taocu düşünürler seksüel hazzın oluşumu üzerine oldukça ayrıntılı gözlemlerini teorileştirip yazıya dökmüşler, ancak bunlar hem kaybolmuş, hem de yok edilmiştir. Şimdilerde bu düşünceler yeniden toparlanmaya, kopmuş parçalar birleştirilmeye ve yerli yerine oturtulmaya çalışılmaktadır.

Tao`dan bu yana bu konu insanlığın gündeminden çıkarılmış, tabu sayılmış ve iki şıklı yol ayrımı birbirine karışmıştır.

Cinsel ilişki ve doyum olayının çözümü için daha çok yol katetmesi gerekmektedir insanlığın. Gerçek doyumu tatmamış insanların güzellikler fışkırtması sınırlanmakta, toplumun bu yapısı ile de bunu dile getirememektedir. Acının da sanatı doğurduğu bir gerçektir. Ama sanat aşkına acıyı mı seçmek gerekir? Yoksa acı çekmeden bir sanatçının daha mükemmele ulaşabileceği mi düşünülmelidir? Aslında bu konunun da incelenmesi gerekir.

Konuyu salt mantıksal açıdan incelediğimizde karşımıza çıkan açılımlar çok ilginçtir. Siz hiç, birisini görüp de "ah şununla beraber olsam da, güzel çocuklar dünyaya getirsem" diyen biriyle karşılaştınız mı? Ben hiç karşılaşmadım. Ama pek çok insanın "ah şu insanla ne sefalı yatılır" dediklerine tanık oldum. Cinsel dürtüye bu açıdan baktığımızda daima doyum arzusunun ilk planda olduğunu görürüz. Üremek düşüncesi o anda hiç aklımıza gelmemiştir bile. Hatta böyle bir olasılık korkulu bir rüya, bir kabus olarak belki kafamızdan geçmiş ve ilişkinin hazzını bile bir miktar alıp götürmüştür. Öyleyse varılmak istenen sonuç değildir bu. Doğa üremek faturasını sevişmek vitrini ile sunmuştur. Ve kişi o vitrinin önünde sevişmekten aldığı haz yüzünden durur. Üremek için vitrine gelen olsa olsa birkaç kısır müşteridir. Bunlar da oransal olarak çok fazla değildir.

Kutsal kitaplardaki, Adem ile Havva cennette mutlu yaşarlarken, yılanın Havva`yı kandırması ve Havva`nın da Adem`i ikna ederek yenmesi yasak olan elmayı yemeleri ve bu yüzden tanrı tarafından cennetten kovularak, dünyadaki cefalı hayata gönderilişleri öyküsünün aslında şöyle bir olayı stilize ettiği söylenir.

"Adem ile Havva cennetteki yaşamlarını sonsuz mutluluk ve cinsel hazla sürdürürken Havva çocuk doğurmaya başlar. Doğan çocukların feryadı, gürültüsü, pisliği tanrıya rahatsız eder. Bunun üzerine çoluk çocuk hepsini yeryüzüne gönderir."

Bu öykü üzerinde biraz derinlemesine düşündüğümüzde,"canım, cicim" ile başlayan beraberliklerin çocuk olgusunun gündeme gelmesiyle ne büyük bir sorumluluk çemberine dönüştüğünü görürüz. Pek çok çift bu sorumluluğu almaya hem hazır değildir, hem de niyetli değildir. Hatta "doğanın bir kazığı" diye niteleyen de pek çok insan vardır. Çiftler birbirlerinin cinsel cazibeleriyle yola çıkar ve hazzı yakalamaya çalışırken, kader ağlarını örer ve insanlık tarihindeki tüm ilginçlikler, güzellikler ve çirkinlikler buradan fışkırır. Bu vitrin sayesinde dükkana giren müşteri, sonsuz mal zenginliği karşısında şaşırıp kalır. Artık geri dönüşü de yoktur yolun. Tüm bu açılımlara dalmak zorundadır insan. Ancak bunca alış verişi nasıl taşıyacaktır? Zaten taşıyamaz da. Ve mağazada kalmaya karar verir ve kalır da.

İşte basit gibi görünen böylesine önemli bir konunun sonsuz işlenim zenginliğine bakınca, yasaklanmasına, tabu sayılmasına öfkeleniyor ve pek çok kişinin ne denli basite aldıklarını görüp dehşete düşüyor insan. "Neden evlendin?" sorusunu yönelttiğimiz insanların yanıtlarının çoğu kez "zamanı gelmişti, ailem istedi, sevdim" gibi basit, yalın, ancak yukarıdaki açılımlardaki mantıkla ilgisiz olduğunu görüyoruz. Daha sonra da kaderci isyanlar başlıyor kuşkusuz. Akrabaları seçme şansı kalmamıştır. Genetik yazgılar oluşmuştur ve onların genetiğindeki zenginliği, yetenekleri ve kaderlerini paylaşmak zorundayız artık.

Bir zamanlar bir film seyretmiştim. Kuzeyli bir dilber, ideal bir çocuk yapmak arzusu ile kafasındaki ideal erkeği bulmaya İtalya`ya gelmişti. Sonuçta araştırmalarını sürdürürken tuttuğu taksinin şoförüyle evlenmiş ve istemediği kadar çocuk doğurmasıyla noktalanmıştı film. Türklerde bir söz vardır. "Gönül bu belli olmuyor" derler. Gönül buna katlandıktan sonra diyecek bir şey kalmıyor.

Peki ne olacak? Bütün bunları düşünüp vitrinin önünde durup, mağazadan içeriye girmeyecek miyiz? Çoğu zaman hisler, akla galip geliyor ve giriveriyoruz.

Aslında açılımların sonsuzluğu karşısında akılcı davranarak içeri girmek de var. Böylece akıl ve his birleşir ve beyin hislerin ambalajı içinde dem tutmaya başlar iyi şanslar dileyerek kendisine.

Burada aşka değinmeden geçemeyeceğiz. Aşk, Tanrı'nın bize en büyük armağanıdır. Dünyadaki pek çok oluşumun temelinde sevgi ve aşk var. Cinsel dürtülerle sarmaş dolaş olmuş bu üstün duygu hayatımızın temel motivasyonlarından biridir. Bundan alınan kuvvetle neler başarılamaz.

Bu bölümde işlediğimiz konu aşk ve sevgi konusunun ötesinde seksüel haz konusudur. Burada doyuma ulaşamamış nice aşkların aşkları bitmiş, bir müddet sonra başka arayışlara girmişlerdir. İşte konunun önemi burada. Ne yapıp edip seksüel doyuma ulaşmanın yollarını aramalıdır kişi, aşkı uğruna, sevgisi uğruna. Doyuma ulaşmış kişinin hem aşkı taze kalacak, hem gözü dışarıda olmayacaktır.

Haz alarak, doyarak, boşalarak sevişmenin hem ruha, hem bedene, hem eşine sonsuz yararları olduğu gibi, kişiye toplum içinde daha uyumlu yapan bir özelliği vardır.

Bu hususa önem vermeyen, seksüel yaşamını iyi regüle edemeyen bir kişiden sorunsuz bir yaşam beklenemez. Mutlaka bu sorun şu veya bu şekilde işine, yaşamına olumsuz bir etki yapacaktır.

 

| Giriş | Geri | İleri | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 |
| Önsöz | Bölümler | Biografi |