|
19/11/2000
Köşemi? Kösemi?
Küçük
yaşlarda iş hayatına atılmıştı. Bir taraftan okuluna devam
ediyor,genellikle yaz aylarında da çeşitli iş kollarında çıraklık
yapıyor,yaşı ilerledikçe de kendi başına iş yapmayı öğreniyordu.
Önce yemenici( bir tür basit deri ayakkabı imalatı ) çıraklığı
yapmış,arkasından da terzi çıraklığı,manifaturacı çıraklığı
yapmıştı. Bu çıraklık devresinin ardından tablacılık
yapmaya başlamıştı. Tablacılık basit tahta bir tepsi üzerinde
çakmak,çakmak taşı,tarak,ayna vs. Gibi günlük hayatta
herkesin ihtiyacı olan şeyleri seyyar olarak satmaya
deniliyordu. Böyle bir eğitimde antrenörlüğünü başata
anneannesi olmak üzere anneannesi ve annesinden oluşan ekip yönetiyordu.
Babasının bu etkinlikte rolü yoktu. Zaman zaman haberi olduğunda
da çocuğun bir şeyler satmasına kızıyordu. Çünkü geldiği
aile yapısı ticaret kökenli değildi. Asker,memur kökenli bir
aile yapısı vardı. Bu yüzden de işin mantığını anlayamıyor.
Bu tür etkinlikleri kendini ve ailesini küçültücü
etkinlikler olarak görüyordu. O sıralar Malatya hava ikmal
merkezinin muhasebe bölümünde memur olarak çalışıyordu.
1950 li yılların Malatya’sında baba böyle düşünürken çocuğun
annesi ve anneannesi tamamen farklı düşüncedeydi. Anne
terzilik yapıyor,kızlara biçki dikiş kursu veriyordu. Bu yüzden
de evlerinde daima 10-20 kız bulunur. Bu kızlar aldıkları biçki,dikiş
dersleri için annesine ücret ödedikleri gibi,hem ev işlerine,hem
de dikilen elbiselere işçilikleri ile yardım ederlerdi.
Anneannesi ise başka bir ticari etkinlikle meşguldü. Okuma
yazma bilmeyen bu kadın tüm Malatya’nın kolonya ihtiyacını
sağlıyordu. Koçası İzmir’de kurtuluş savaşı sırasında
vurulmuş,daha sonra İzmir’de manifatura dükkanı açmış karısını
Malatya’dan getirmiş,İzmir’de 2 kız çocukları olduktan
sonra da aldığı yaradan ortaya çıkan felç hali yatalak olmasına
neden olunca da,tekrar Malatya’ya göç edip,yatalak kocasının
yönlendirmesi ile kolonyacılığa başlamış,kadın başına 2
çocuğunu büyütmüş,yatalak kocasına bakmıştı.
Çocuk tablacılık yaparken çarşı içinde bir köşede durduğunda
iyi iş yaptığını keşfetmişti. Ancak belediye zabıta
memurları onun orada uzun süre kalmasına fırsat vermiyorlardı.
Bir gün morali bozuk olarak eve geldiğinde anneannesi yüzünün
neden asık olduğunu sordu. O da belediyecilerle olan durumu
anlatınca,yaşlı kadın “ gel bakalım şuracığa otur
hele,sana anlatacaklarım var “ dedi. Çocuk anneannesini yanına
oturarak can kulağı ile dinlemeye başladı.
Bir laf vardır “ köşemi?,kösemi? “ derler . Hiç bu lafı duydun
mu? Diyerek söze başladı. Çocuk bu deyimi hiç duymamıştı.
Kadın açıklamalarına usul,usul devam etti. Bu deyişte
“ köşe “ laflı ile iyi bir konumdaki dükkandan, “
köse “lafı ile de iş
bilen kişiden söz ediliyordu. Anadolu kültüründe köseler hırslı,iş
bilen insan tipini simgeliyordu. Yani bu deyimle köşe dükkan mı
önemli? Yoksa iş bilen insan mı önemli diye soruluyordu. Yaşlı
kadın bu açıklamayı yaptıktan sonra sorunun cevabını da
kendisi verdi. Köşe bir yere kadar önemlidir ama en önemli
olan kösedir diyerek vurgulamak istediği konuyu dile getirdi. Çocuk
mesajı almıştı. Mühim olan onun gayreti,sıcak kanlı satıcılığı,dürüstlüğü,müşteriye
hizmeti,hırsıydı. Köşe daha sonraki işti. Köşe gitti diye
morali bozup,ticaretini sakatlamamalıydı.
Çocuk yıllar sonra ünlü bir halıcı olmuştu. İstanbul Kapalıçarşı
dışına dükkanını taşırken çevresindekiler deli olduğunu
düşünüyordu. Onlar böyle düşünürken o anneannesinin “ köşemi
kösemi ”lafını hatırlıyordu. Nitekim öyle oldu . Sarnıçlı
han çarşı dışında sapa bir yerde olmasına rağmen,oradan bütün
çarşıyı durdurdu. İstanbul’daki bütün yabancı
misyon,uluslar arası şirket yöneticileri,İstanbul sosyetesinin
ileri gelenleri,Karamürsel’deki Amerikan hava üssü mensupları
1975-1980 arası hep Sarnıçlı hana halı almaya geliyorlardı.
Anneanne haklı çıkmıştı,köse idi önemli olan.
Anneannenin bu sözünü unuttuğu anlar da oldu. Bu unutmanın bedelini
de ağır ödedi. 1980 sonrası Hollandalı eşinin çocuklarını
Hollanda da doğurmak istemesi,bir takım radikal kararlar almasına
yol açtı. Pek çok iş yerini kapadı,işlerini kapalı çarşının
iç bedesteninde olan dükkanında toplamaya karar verdi. Kendisi
Türkiye’de olamayacağından tüm müşterilerine mektup göndererek
kapalı çarşı,iç bedestende bulunan dükkana gelmelerini
bildirdi. Çarşı daha ayak altıydı ve çarşıdaki dükkanında
Alman asıllı uzun yıllar kapalı çarşıda tezgahtarlık yapmış
bir adamı vardı. Sarnıçlı handaki malları da o dükkanına gönderdi.
Dükkan daha iyi bir yerdeydi,lisan bilen adamları vardı,çeşit
mükemmeldi. İş olmaması için bir neden görmüyordu.
Hollandalı karısı anneannenin sözünü unutmamıştı. Her şey
güzel ama sen yoksun,müşteriler maldan çok sana geliyorlar
dedi. O zamanlar bu uyarıya kulak asmamıştı. Müşterilerin
istediği en pahalı mallar dükkandaydı. Tecrübeli satıcılar
vardı,yer çok makbul bir yerdi. Belki bir miktar müşteri
kaybedeceklerdi ama konumun çok iyi olmasından dolayı da bazı
müşteriler edinecekler bunlar bir birlerini dengeleyecekti.
Halıcı Hollanda’ya taşındıktan sonra da sık sık çarşıdaki dükkana
geldi,ciroların trajik düşüşü karşısında tezgahtarı jürgen
i sıkıştırıyordu. Dükkanı babasına teslim etmişti. Babası
gelen gidenlerin listesini ve bıraktıkları mesajları
veriyordu. Gelenler arasında iyi müşterilerin isimleri vardı.
Bu müşteriler uğramışlar,selam bırakmışlar ancak alış
veriş yapmamışlardı. Aradan birkaç sene geçtikten sonra ne
arayan ne soran kalmıştı. Bir gün jürgen
patrona bu pahalı mükemmel çeşitleri satamayacağını
söyledi. Çok ucuz,4. Ve 5. Kategorilerde mal istiyordu. İlmi ve
satıcılığının bu tür malları satabileceğine kanaat
getirmişti. O güzelim,kaliteli,prestijli dükkan gitti yerine
harcıalem bir dükkan geldi. Bu şekliyle dükkanın ciroları
daha da aşağı düştü. Satıcılar değişti,malalar değişti.
Hiçbir zaman aynı müşteri gurubu,aynı cirolar yakalanamadı.
Köse gitmiş iş bitmişti.
Erdoğan ıldız
|