|
15/11/2000
Servet
Bin
dokuz yüz yetmişli yıllarda el halısı piyasasında imalat sektörü
günümüzdeki kadar çeşitlilik arz etmiyordu. Yoğun imalatı
olan Isparta,Kayseri,Ladik,Hereke tipi halılar genellikle iç
piyasaya hitap eden halılardı. Yurt dışına ihraç edilen halılar
Milas,Yağcıbedir,Yahyalı ve benzeri tip olan geleneksel halılar
ve eski Anadolu köy halıları ve kilimleri idi. İhraç kalemi
olan bu malların toplanması son derece güç bir işti. Bu halı
ve kilimlerin dokunduğu yöreleri tek tek dolaşmak,kısıtlı sayıda
olan bu malları görerek almak gerekiyordu.
O yıllarda
ihraç imkanları da kısıtlıydı. Tüm ihracatçıların toplam
ihracatı 50 milyon doları bulmuyordu. Yetmişli yılların sonuna
doğru hükümet ithalatçıların döviz talebini karşılayamayacak
duruma düşünce,kendi dövizini kendin bul kampanyasını başlattı.
Hükümet terör,anarşi ve hükümetteki istikrarsızlıklardan
bitap düşüp “ 70 cente muhtaç “ duruma gelmişti. Çaresiz
kalan sanayici ihtiyacı olan hammaddeyi,makine ve aksamlarını
ithal edebilmek için ihraç değeri olan ürünlere saldırarak işini
halletmenin telaşına düştü. Sistem şöyle işliyordu. Sanayici
yurt dışında para eden malı elinde bulunduran kişilerle temas
kuruyor,örneğin bu halıcı,tekstilci ,kuruyemişçi,bakliyatçı,vs
gibi kişiler olabiliyor. Bunların malını alabilecek yurt dışı
bağlantılar sağlıyor,satılan malın karşılığında hak
edilen döviz kadar da ithalat yapma şansını elde ediyordu.
Ülkede bu istikrarsız hava sürerken halıcının dükkanına gençten
birkaç adam giriverdi. Adamlar daha çaylar içilmeden hemen söze
girdiler. Bir arkadaşları halıcıyı tavsiye etmiş onlar da
gelmişlerdi. İki milyon dolarlık mal almak istediklerini ve halıdan
anlamadıklarını söylediler. Halıcı hakkında iyi referans
edindiklerini,kendisine güvendiklerini belirterek malı 1 ay içinde
teslim almak istediklerini söylediler. Adamlar söyledikleri
miktarda çekleri bırakıp,çaylarını içip ayrıldıktan
sonra,halıcı bu kadar büyük bir miktarda malın bu kadar kısa
bir sürede nasıl toplanacağının derdine düştü.
Önünde birkaç problem vardı. Bunlardan birisi şuydu: kapalıçarşı
içinde ve dışında bulunan mağazalarında çalışan ekiplerde
Anadolu’ya mal alımına çıkmış hiç kimse yoktu. Bu güne
kadar bu işi hep kendi yapmıştı. Yıllarca Anadolu’yu köy köy
gezmiş halı toplamış,büyük bir ün yapmıştı. Ancak tüm yörelere
kendisinin gidip bu kadar büyük miktarda halıyı bu kadar kısa
bir sürede toplaması imkansızdı. Mecburen ekibindeki kabiliyetli
kişilerden bir tim oluşturması gerekiyordu. Diğer bir problem de
karısı idi. O yıllarda Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı
kökenli tatil köyleri Türkleri tesislerine almıyorlardı. Bu aşağılayıcı
tavır,yurtta sancı doğurunca Türklerin de kısıtlı sayıda
kabulü gündeme gelmişti. Diğer yandan halıcının hanımı
Hollanda asıllı olduğundan rezervasyon yapması daha kolay olmuştu.
Antalya da o yıllarda İtalyanların Kemerde işlettikleri Valtur
tatil köyüne 1 haftalık rezervasyon yaptırmıştı. Bu tatili
iple çekiyordu. Şimdi kalkıp karısına ben tatile gelemeyeceğim
dese çıngar çıkacaktı. Bu yüzden hemen dükkanlarda halı açıcısı
olarak çalışan yancı diye çağırdıkları kadrodan bir ekip
oluşturarak sarnıçlı handaki merkez dükkanda topladı.
Merkez dükkanda toplanan gençlerin bir kısmı daha askerliklerini bile
yapmamış,Anadolu’yu hiç bilmeyen gençlerdi. Halıcı ekibine görevi
anlattı. Kimi sındırgıya,kimi Antalya’da Döşemealtı köylerine,kimi
Milas’a,kimi Malatya’ya,kimi Yahyalıya gidecekti. Gittikleri yörede
halıcının kendilerine söylediği adamı bulacaklar ona halıcının
selamını iletecekler,onunla birlikte köylerden ne bulurlarsa
toplayacaklardı. Buraya kadarını hepsi iyi anlamıştı. İçlerinden
Dıgıl Avni lakaplı,kısa boylu,ürkek genç can alıcı soruyu
soruverdi. Peki malları hangi para ile alacaklardı,buna açıklık
getirilmemişti. Halıcı Dıgıl Avni ye dönerek “ Sen halıları
al karşılığında benim selamımı söyle,o para yerine geçer
“ dedi.
Halıcı vazife taksimi yaptıktan sonra,hanımı ile tatile çıktı.
Kadının üzülmesini istemiyordu ama çaktırmadan da işleri
takip ediyordu. Tatil esnasında merkezden gelen haberlere göre
sadece bir kişi yörelerine gelip te halıcı namına mal toplayan
genç hakkında ranseman istemişti. Bu her şeyin yolunda gittiğine
dair iyi bir işaretti.
Tatil dönüşü yörelerden dönmüş olan ekipte en enteresan hikayeyi
Dıgıl Avni anlatıyordu. O Sındırgıya gitmiş,oradan da halıcının
görmesini istediği Karakaya muhtarının yanına geçmiş. Bir
kayanın dibine inşa edilmiş olan köyün kahvesinin önüne geldiğinde
yanında para olmadığı için tir tir titremeye başlamış. İçeri
girmeye bir türlü cesaret edememiş. Kahvedekiler bu çelimsiz
titrek gencin tereddütlü halini görünce içeri çağırmışlar.
Muhtar kendini tanıtıp ne istediğini sormuş. O da muhtarı görmeye
geldiğini,halıcının kendisini halı almak için gönderdiğini,para
da vermediğini,sadece selam gönderdiğini arka arkaya sıralamış.
Muhtar Dıgıl Avniye dönerek bak sana ne göstereceğim demiş. Köylülerden
kara kaplı defteri getirmesini isteyerek,defterde halıcının
ismini bulmuş. Bak bakalım ne yazıyor burada diyerek defteri dıgıl’a
uzatmış. Dıgıl ismin karşısında “ hükümet gibi adam “
ibaresini okuyunca başının göklere değdiğini hissetmiş. Ondan
sonra ne korku,ne çekingenlik kalmış. Köylerde ne bulduysa
kamyona doldurarak İstanbul’a getirmiş. Şimdide bu macerasını
önüne gelene anlatıyordu.
O gün Anadolu’ya çıkan gençlerden bir
çoğu bu gün halı piyasasında kendi başına iş yapıyor.
Ancak bir çoğu kara kaplı deftere “
hükümet gibi adam ” ibaresini yazdıramadı. Serveti
kazançta aradılar,piyasayı çarptılar. O Anadolu seyahatinin güzel
anısından maalesef ders almadılar. İtibarın servet olduğunu
unuttular. Oysa o tarihte yaşanan onlar için güzel bir dersti.
Patronlarına itibarı yüzünden iki milyon dolarlık sipariş
gelmiş,o da tek kuruş harcamadan malı piyasadan itibarı ile
toplamıştı. İşte servet buydu.
Erdoğan ıldız
|