Erdoğan ILDIZ    Aydınlık Gazetesi - Makale İletişimİletişim
 
 

 Giriş  Yayınlar Genel Açıklama Sayfası
  Mesleki 
 
  Felsefi
  Hikaye
  Şiir

 Hikayelerim 1
Sayfalar
İçindekiler
1 2 3 4 5
6 7 8 9 10
11 12 13 14 15
16 17 18 19 20
21 22 23 24 25
26 27 28 29 30

 

 

  

24/8/2000

Sapan

 

 

Adam günlük gazetesini okurken bir taraftan da dünyada artan şiddet olaylarını düşünüyordu. Birkaç gün önce Amerika’da küçük bir çocuk öğretmenini vurarak öldürmüş,bu günkü gazetede de Türkiye’de yaşanan benzeri bir olaydan söz ediliyordu. Bu hayra alamet bir gelişme değildi. Toplumun değer yargıları değişiyordu. Fatih sultan Mehmet’in kaftanı hocasının atının ayağından sıçrayan çamurla kirlenince,hocanın ve efradının telaşlandığını gören Fatih,hocamın atının sıçrattığı çamur kaftanımda gül olur diyerek hocasına duyduğu saygıyı göstermişti. Atalarımız   “ Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum  “ sözünü boş yere söylememişlerdi. Demek ki toplum artık bu değer yargılarından uzaklaşıyordu. Yukarıda sözünü ettiği ata sözünün kendini nasıl frenlediğini düşünen adamı hatıraları kırk yıl öncesine götürdü.

 

İlk okul 4. Sınıfta başından geçen olaylar bu günkü gibi taze duruyordu hafızasında. İlk okul 2.ve 3. Sınıfı Malatya’da Fırat ilk okulunda okumuş,4. Sınıfa geçmişti. 1959 senesiydi. sene okul tadilata girdiğinden 4. Sınıfın ilk yarısının bir kısmını ticaret lisesinde okuyacaklar,okulun tadilatı bitince tekrar çarşı içindeki  kendi okullarına döneceklerdi. Fırat okulu eski bir handan bozma çok güzel bir okuldu. İki katlı katlı bir binaydı. Cümle kapısından girince ortada geniş bir avlunun etrafına dizilmiş odalar sınıflara dönüştürülmüştü. Otantik büyülü bir havası vardı. Geçen sene Aşık Veysel gelip yukarı kat balkonundan avluda toplanan çocuklara şahane bir müzik ziyafeti vermişti. Bu manzara çocuğun hayatı boyunca bu okulla özdeşleşen olaylardan bir kaçıydı. Unutamadığı bir olayda okulun avlusunda okul müdüründen tüm öğrencilerin gözü önünde yediği dayaktı. Dayağı belki hak etmişti ama o kadar vahşi olmayabilirdi. Ancak olmuştu bir kere.

 

Meydan dayağına giden olaylar zinciri şöyle gelişmişti. Okulları tadilatta olduğu için ticaret lisesinde eğitimlerine devam ediyorlardı. Bir gün hava aniden karardı,sonra sapsarı bir gök yüzüne dönüştü ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Sanki havadan çamur yağıyordu. Dersler bittiğinde böyle bir tabiat olayını görmemiş olan çocukların geneli,ıslanacaklarına aldırış etmeden evlerinin yolunu tuttular. Ticaret lisesi Malatya’nın meyilli bir konumuna inşa edilmiş bir mektepti. Tepelerden gelen yağmur suları sokakları ve kaldırımları nehire çevirmiş,su diz boyuna doğru yükselmişti. Çocuk ve arkadaşı Münir aynı mahallede oturuyorlar,kafaları bir birlerine uyuyordu. Çocuk arkadaşından daha atak ve afacan olduğundan arkadaşına garip bir teklif yaptı. Bu fırsatı bir daha yakalamaları zordu. Okul çantalarını altlarına koyup,yağmur suları ile yokuştan aşağı sürüklenmek değişik bir anı olabilirdi. Arkadaşı da ona uydu,birlikte yağmur suları ile sürüklenmeye başladılar. Tam olayın zevkine varmaya başlamışlardı ki, çocuk ileride giden Sumru’yu gördü. Sumru sarışın kendi yaşlarında, aynı okulda okuyan bir subay kızıydı ve Malatya’ya 2 sene önce tayinleri çıkmıştı. Kıza bir çok yaşıtı aşıktı. Çocuğun aklında o an parlak bir fikir doğdu. Sürüklenip giderken Sumru’ya çarpıp onu kucağına oturtacak ve buna sürüklenmenin sebep olduğu bir kaza süsü verecekti. Nitekim düşündüğünü de yaptı. Kız o hengamede çocuğun kucağına oturmuştu.

 

Araya hafta tatili girmiş ,hafta başı esas okulları olan Fırat ilk okulu tekrar eğitime açılmıştı. Tüm çocuklar yenilenmiş sınıflarına neşe ile girdiler. Derslerin bir yarısında çocuğun okuduğu sınıfın kapısı açıldı. İçeriye baş öğretmen Sumru ile beraber girerek kendisini kucağına oturtan çocuğu gösterdi. Anlaşılan Sumru’nun anası ,babası durumu müdüre şikayet etmişlerdi. Müdür çocuğu avluya çıkardı,savunmasını bile almadan tüm derslikleri sınıf dışına balkonlara ve avluya çıkardı. Çocuk sucunun ne olduğunu sezmiş olayın kaza ile meydana geldiğini dili döndüğünce anlatmaya çalışıyordu. Ancak müdür bu kaza hikayesini bir türlü dinlemek niyetinde görünmüyordu. Dayak başladı,çocuğa sille tokat bir güzel girişti. Çocuk dayağın ne kadar sürdüğünü hatırlamıyordu ancak duyduğu kin ve arkadaşları karşısında duyduğu  utanç hafızalarından hiç çıkmadı.

 

Baş öğretmen de çocuğun oturduğu hükümetin arkasındaki Ferhadiye mahallesinde oturuyordu. Okulların tatil olacağı yaz aylarına doğru,baş öğretmenin tayininin Kıbrıs’a çıktığı mahallede duyuldu. Öğretmenin evi çocukların genellikle oynadığı ve tarla diye adlandırdıkları hükümet konağının arkasındaki meydana bakıyordu. Bu meydanın etrafında akasya ağaçları vardı . Öğretmenin evinin yakınında bulunan akasya ağacına mevzilenerek,öğretmenin kafasına bir sapan taşını giderayak kondurmak fikri ile çocuk yanıp tutuşmaya başladı. Bu maksatla bir çok kere prova yaptı. Ne zaman taşınacaklar,ne zaman yola çıkacaklar diye tetikte beklemeye başladı. Evi terk edip yola çıkacakları zaman fayton çağıracaklar,ya faytonda ,ya da evin eşiğinde işi bitirecekti.

 

Beklediği an gelmiş,okullar tatile girmiş,hocanın ayrılık vakti gelmişti. Durumu kollayan çocuk akasya ağacının sık yaprakları arsına mevzilenmiş,fayton çağrılmış,hoca eşiğe çıkmıştı. Çocuk  sapanını doğrulttu,lastiklerini gerdi tam taşı bırakacakken birden “ bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum “ ata sözü aklına geldi . Sanki o an birden elleri donmuş,kaskatı kesilmişti. Gerçi baş öğretmen onun öğretmeni değildi ama öğretmenlerin başıydı. Öğretmene saygısızlık yapmak kitaba sığmıyordu. Birden yüreğindeki kin sevgiye dönüştü,utançla yaptığı işten vaz geçerek sapanını cebine koydu. Farkında olmadan dudaklarından “ Güle Güle öğretmenim “ lafları  dökülmüştü.

 

 

Erdoğan ıldız

 

 


 

1 2 3 4 5 6 7 8
 
 

 
 

17 18 19 20 21 22 23 24
 
 

25 26 27 28 29 30    
 
 


 

© Erdoğan ILDIZ, Her hakkı saklıdır, yazılı izin olmadan çoğaltılamaz ve dağıtılamaz