|
26/8/2000
Zula
İki
sene önce Kapalıçarşıda rastlaşmışlardı. O zamanlar oğlan
Avrupa’dan yeni dönmüş, Malatya talebe yurduna yerleşmiş,Alman
Flilojisine kayıdını yaptırarak, yarım bıraktığı üniversite
öğrenimine devam ederken, bir taraftan da kapalı çarşıda
hanotculuk yapıyordu. Hanotculuk tam gencin mizacına göre bir işti.
Çarşıda veya civarında turistlerle temas kuruyor,onları anlaşmalı
olduğu kuyumcu,derici ve halıcı dükkanları başta olmak üzere
anlaştığı çeşitli eşya satan dükkanlara yöneltiyor,yapılan
alışverişlerden % 20 komisyon alıyordu. Özgür bir işti,kimseye
hesap verme mecburiyetinde olmadığı gibi,çok ta kazançlı bir
işti. İstediği gibi gezip tozuyor,bol kazandığı parasını
dilediği gibi harcıyordu.
Bir gün çarşıda dolaşırken iri yapılı sarışın iki bayana gözleri
takıldı. Tam dişine göre bulmuştu bayanları,hemen peşlerine
takıldı,kişilerle ilişki kurmada usta Türkiye’ye gelen iki
öğrenci Hollandalıydı bayanlar. Biri laborant,diğeri klasik
diller ve arkeoloji tahsil etmişti. Alış veriş edecek fazla
bir bütçeleri yoktu. Diğer taraftan Hollandalılar cimrilikleri
ile de meşhurdular. Oğlan bunlardan iş çıkmayacağını bildiği
için onlarla fazla vakit kayıp etmek istemedi. Gönlük kazancının
peşine düştü.
Akşam Çemberlitaş kız yurdunun karşısındaki Malatya talebe yurduna
döndüğünde ,Malatya talebe yurdunun karşısında olan birlik
talebe yurdunun önünde Hollandalı kızları gördü. Etrafa bir
şeyler soruyorlardı. Hemen o tarafa yöneldi. Kızların yanına
gelince ,kızlardan laborant olanın bir yerlere telefon etmek
istediğini,bunun için yol yordam bilmediğini anladı. O
devirlerde her yerde telefon bulunmadığı gibi,bulunan
telefonlardan da çevir sesi almak meseleydi. Birlik talebe
yurdundan da ,Malatya talebe yurdundan da dışarıyı aramak müdürüyetce
yasaktı. Oğlan kızları civardaki bir bakkala sokarak,rica
minnet kızların işlerini hallediverdi. Kızlar bu telefon işinin
böylesine bir problem olmasına oldukça şaşırmış olmalarına
rağmen,posta hane veya bir telefon kulübesine gitmeden pratik
bir şekilde işlerinin çözülmesine de memnun olmuşlardı. Bu
olay dostluklarının başlangıcı oldu. Ertesi gün laborant
olan bir işi nedeni ile İstanbul’dan arılınca oğlanla
arkeolog beraberliklerini sürdürdüler,birlikte çıkılan
yemek,arkasından gidilen gece kulübü ve disko derken geceyi
gencin bir arkadaşının evinde noktaladılar. Genç o gün bir
arkadaşından evinin anahtarını almış,gün içinde de kıza
devamlı Türk hamamından söz ederek,Türk evlerindeki kurnalı
hamamları ballandırarak anlatmıştı. Kurnanın başına geçerek
tasla su dökünmek kızın ilgisini çekmeye başlamıştı.
O akşamki beraberliklerini kız Türkiye’den ayrılana dek diğer günlerde
sürdürdüler. Kız ayrıldıktan sonra oğlan bir defa kıza yılbaşı
kartı atmış,başka da bir temasları olmamıştı. İki yıl
aradan sonra çocuk Kapalıçarşıda hediyelik bakır satan bir dükkanda
geçici olarak tezgahtarlık yapmaktaydı. Bu iki yıl çok yoğun
geçmiş,genç adam yurttan ayrılarak Üsküdar Sultantepe de bir
köşk tutmuş,oradan da birkaç ay önce Samatya ya taşınmıştı.
Çarşıda genç tayfanın bir zamparalık çetesi vardı. Bu çete
mensupları her gün çeşitli ülkelerden akşam çıkmak için
ayarladıkları bayanları bir birlerine pas ederek guruplar
halinde genellikle taksimdeki Hidromel diskoya gidiyorlar,sonrada
gece aşk yuvalarında noktalanıyordu. Bu tempo içinde oğlanın
platonik bir aşk yaşayacak ne zamanı ne de durumu vardı. Hayat
hızlı bir şekilde akıp gidiyordu. Bakırcı dükkanında çalışan
genç,önünden geçen kalabalık arsında birini görünce birden
dudaklarından kızın ismi dökülüverdi. Bu çok garip bir şeydi.
Oğlan genellikle isimleri hafızasında tutmazdı. Bu kızın
ismini hatırlaması bir tuhafına gitti. Bu kız klasik diller
okumuş olan arkeologdu. Kızla sarıldılar bir birlerine,çaylar
içildi. Kız Sultanahmet’te Yücel hostel de kalıyordu. Oradan
Samatya ya taşınıldı. Kızın niyeti Türkiye’den kara yolu
ile Hindistan’a gitmekti. Katmandu seyahati o sıralar
genellikle hippiler olmak üzer gençler arasında çok modaydı.
Kız Samatya ya yerleştikten bir müddet sonra Hindistan seyahatinden
vazgeçti. İstanbul’da kalmaya karar verdi. Yaz bitmiş
kışa girerken rahatsızlanan kızı oğlan Kocamustfapaşa da
bulunan Cerrahpaşa hastahanesine götürdü. Kız muayenehaneden
çıkarken mosmor olmuştu. Doktor kıza lafla sarkıntılık etmiş,bu
da kızı şaşırttığı gibi,olay ağrına da gitmişti.
Hastahaneden çıktıktan sonra ağlamaya başlayan kızı teskin
etmek için oğlan aniden “ benimle evlenirimsin “ diyiverdi.
Kız daha da afalladı,ağlamalımıydı,gülmelimiydi karar
veremiyordu. Garip bir anda bu evlenme teklifi geldi. Çocukta
neden böyle yaptığını bilmiyordu. Birden içinden öyle gelmişti.
Oldum olası ağlayan kadınlara dayanamıyordu. Ağlayan bir kadını
durdurmak için ilginç bir yol olmuştu. Aslında oğlan
evlenmeyi hiç aklından geçirmiyordu. Türk kadınları ile
evlenmek hele hiç gündeminde yoktu. Yabancı bir kadınla
evlenmeyi de hiç düşünmemişi. Olmuştu bir kere ,ok yaydan çıkmıştı.
O akşam Samatya’da birlikte kaldıkları 2 arkadaşları ile bir şişe
Güzel Marmara şarabı,bakır telden imal edilen 2 yüzük ve ev
arkadaşlarından birinin çaldığı keman eşliğinde nişanlandılar.
Evliliğe ciddi adımı atmadan önce oğlan kızı denemek istiyordu.
Artık iş ciddiye binmişti. Kız hayatın cilveleri karşısında
korkup kaçacak mıydı yoksa hayat yolunda birliktelikleri her şeye
rağmen devam mı edecekti.?
İlk denemeyi sirkeciden hareme arabalı vapur ile geçerken yaptı. Oğlan
Alman filolojisi tahsilini bırakıp gazetecilik tahsiline başlamıştı
bu yıl. İleride ne olacağı belli değildi. Maceraperest bir yaşamı
vardı. Kendisine gelecekle ilgili hiçbir garanti veremezdi. Kuru
ekmeğe razı ise peşinden gelmeliydi. Kendisinin karakterini,yaşantısını
görmüştü,gelecek hiç bir beklentiye şans tanımıyordu. Tüm
bu konuşmalar kızı korkutmuyor,duruma daha da sarılmasına yol
açıyordu. Konuşmaların kızı korkutup kaçırmadığını gören
genç,denemenin dozunu daha da artırmaya karar verdi.
Samatya’daki yaşamları renkli,oğlanın kazancı yerindeydi. Fakirlik
kapıya dayandığında kızın davranışları değişecek miydi?
Şimdi bunu deneyecekti. İstediği fırsatı bulmakta gecikmedi.
O sıralar bir halıcıda kar ortağı olarak çalışıyordu. Kazancı
yerindeydi ama İstanbul’da kolera salgını çıkmış basının
körüklemesi ile turist akını durmuştu. Genç bunu fırsat
bilerek parsını son kuruşuna kadar harcadı. Son parası ile de
bir deri maksi pardösü aldı. Maksiler yeni çıkmış,gencin üstünde
de çok şık durmuştu. Samatya ya eve döndüğünde kıza işten
ayrıldığını,turistin gelmediğini,işlerin olmadığını,çarşının
bittiğini söyledi. Paranın da suyunu çektiğini. Kışlık
giyecek pardösüsünün olmadığı için de pu pardösüyü borçlanarak
aldığını söyledi. Birkaç gün evde kalarak geçim için bir
şeyler düşünmesi gerektiğini belirtti. Birkaç gün sonra ,kıza
para bulursa vapurlarda,apartmanlarda iğne satarak para
kazanabileceğini söyledi. Tahta kalede Çinden ithal edilmiş kağıt
sepet görünümünde içinde her boy iğne ve ipliği iğneye geçirecek
aygıt bulunan bir iğne seti satılıyordu. Bu iğneleri toptan
alacak ,kapı kapı dolaşarak veya vapurlarda yolculara satacaktı.
Ama bunu alacak parası yoktu. Kız projeyi sakince dinledi. Ayağa
kalktı. Pantolon kemerini çıkardı,zulasından 100 $ çıkarıp
gence verdi. Bu onun son parasıydı ve her ihtimale karşı
Hollanda’ya dönüş parası olarak saklıyordu.
Oğlan dediğini yaptı,her gün iğne satıyor,topladığı parayı kıza
getiriyor. Kız gelen paraya göre bütçe yapıyor ve evi idare
ediyordu. Güçlükler kızı yıldırmamış,daha da bir
birlerine sarılmışlardı. Bir müddet sonra Samatya’dan ayrı
eve çıkmaya karar verdiler . Kız kendi başına kiralık ev
arayarak ,kadırgada bir ev buldu. Buraya taşındılar. Oğlan
artık tekrar halıcılığa dönmüş,bol kazançlı günler başlamıştı.
Kazandığı parayı kıza veriyor,kız bütçeyi mükemmel idare
ediyor,para biriktiriyordu. İmtihanlar bitmiş,iki yıl birlikte
yaşamışlar ,bir birlerini her yönleri ile test etmişlerdi.
Artı evliliğin zamanı gelmişti. Evlendiler ardan 28 yıl geçti,zuladan
çıkan parayla alınan iğnelerin bir kısmı halen evlerinde küçük
bir valiz içinde, anıların tazeliğini koruyarak duruyor.
Erdoğan ıldız
|