22/8/2000
Bisiklet
O
yıl Paris’te
başlayan öğrenci hareketleri,oradan
Avrupa’nın çeşitli başkentlerine yayılmış,İstanbul’u
da içine almıştı. Takvimler 1968 yılını gösteriyordu. Üniversite
öğrencilerinin masum küçük rahatsızlıkları vardı. Harçlardan,yurtlardan
ve benzeri konulardan şikayetçilerdi. Hükümet sorunlarına
duyarsız kaldıkça kuduruyorlar,gösteri yürüyüşleri,üniversite
işgalleri,formlar yapıyorlar,isteklerini üniversite yönetimi
ve hükümete kabul ettirmeye uğraşıyorlardı.
Kayıt ve imtihan harçları ile yurt problemleri ağır basıyordu. Birçok
fakir öğrencinin harçları ödeyecek gücü olmadığı
gibi,kalacak yurt bulmak da oldukça zordu. Pek çok yerde öğrenciye
kiralık ev bulmakta imkansızdı. Bu şartlar öğrencileri
zorluyor,onlar da hükümetin dikkatini bu konulara çekmek
istiyorlardı.
O kargaşa ve patırtı gürültü arasında, üniversitede kayıt kuyruğunda
bir genç dalgın dalgın çevresine bakarken kayıt harcı için
getirdiği parasını sıkı sıkıya elinde tutuyordu. Bir gün
önce liseye geçtiği yaz olan 1963 yılı yazında aldığı ve
tüm lise yaşamı boyunca anılarını süsleyen bisikletini
satmış,harç parasını denkleştirmişti. Şimdi anılarında
bisikleti aldığı o yaz aylarına gittiğinden çevresinde olana
bitene aldırış etmeden kuyrukta öylece ilerliyordu.
Ortaokul bitirme imtihanlarını başarı ile veren çocuk,çok yorgun
olmakla birlikte ,çok ta mutluydu. Bir dönemi daha geride bırakmıştı.
Hem çalışıp hem okuyor,İsviçre’ye çalışmaya giden anasına,babasına
mahcup olmamak için azami gayreti gösteriyordu. Kendi yaşamını
düzgün sürdürmesi icap ettiği gibi yaşlı bunamış,hasta
anneannesine de bakmak zorundaydı. Yaşıtları olan mahalle
arkadaşlarının altına bisikletler alınan karnelerden sonra çekilmişti
bile. Onun bisiklet alacak parası olmadığı gibi geliri zar zor
geçinmesine yetiyordu. Şimdi okul bitmiş yaz dönemi başladığı
için bütün gün çalışabilirdi. Kafasına koymuştu bu yaz
kazandığı para ile bir bisiklet alacaktı.
Daha önceleri sem pazarlarında çorap,sebze vs. Gibi değişik ürünler
satmıştı. Ancak bu yaz daha karlı bir şey satmak istiyordu.
Bu yüzden semtlerinde kurulan çarşamba pazarının yolunu
tuttu. Pazar araştırması yapacaktı. Tek tek bütün tezgahları
inceledi. Günün sonunda kararı kesindi ucuz çok kullanımlı
sabun satacaktı. Hem bulaşığa,hem çamaşıra,hem banyoya
kullanılabilecek ucuz bir sabunu kimse satmıyordu. Tezgahlarda lüks
sabunlar vardı ve fiyatları oldukça pahalıydı. O devirde
deterjan kullanımı da pek yaygın değildi ve onlar da pahlıydı.
Onun sabununu herkes alabilmeliydi.
Ertesi gün kaçak olarak haremden arabalı vapurla karşıya geçti.
Bunu adet edinmişti, vapura,banilyo trenine,tramvaya verecek
parası yoktu. Vapurda herkes binerken o iniyor,bilet toplayan
memurlar çekildikleri için hiçbir sorunla karşılaşmıyordu.
Doğru Unkapanındaki hal binasının yolunu tuttu. Halin yanındaki
dar sokaklarda çeşitli ürünleri toptan satan bir çok dükkan
bulunmaktaydı. Burada ev için gerekli her tür gıda ve diğer eşyayı toptan
temin etmek mümkündü. Önce çarşıyı bir güzel dolaştı. Gözüne
kestirdiği hiçbir ürün bulamayınca aradığı tip sabunu
nerede bulabileceğini esnafa sormaya başladı. Aldığı yanıtlar
hep kartalda bulunan kep kep sabun fabrikasının aradığı adres
olduğunu gösteriyordu.
Pazar araştırması ile geçen günün ardından sabah erkenden kalkıp,kilitli
küçük sandığını çıkardı. Bu sandığı kendi eli ile inşaat
kerestelerinden yapmıştı. Bu sandık onun bankası gibiydi. Tüm
birikimi buradaydı. Parsını saydı. Tas tamam elli iki lirası
vardı. İki lirayı tekrar sandığa yerleştirdi. Elli lirayı
cebine koyup oturduğu Selimiye’den Haydarpaşa istasyonunun
yolunu tutu. Kaçak olarak bindiği banilyo treni ile kartala
geldi. Banilyo treninde kaçak gitmek vapura nazaran zordu. Kondüktörü
iyi takip etmek gerekiyordu. O hangi vagonu denetliyorsa
istasyonlarda trenden inip,ters istikametteki vagonlara binmek
gerekiyordu.
Sora sora Kep Kep sabun fabrikasını bulmak zor olmadı. Kocaman bir
fabrikaydı. Kocaman da bir kapısı vardı. İki kanat halindeki
fabrika kapısı kayarak iki yana doğru açılıyor tüccar malı
buradan kamyonla çekiyordu anlaşılan. Sağ kanatın ortasında
da ziyaretçilerin girebilmesi için küçük bir kapı mevcuttu.
Çocuk bu kapıya yöneldi yumruğu ile kapıyı çalmaya başladı.
Çok geçmeden kapıda bir bekçi göründü. Bekçi küçük çocuğa
şaşkın şaşkın bakarak ne istediğini sordu. Çocuk kararlı
bir ifade ile sabun almaya geldiğini söyleyince,çocuğu
kovup,kovmama arsında bocalayan bekçinin yüz ifadesi değişti.
Çocuk tekrar,mal alacağını kesin bir tavırla belirtince bekçi
ister istemez satış yetkilisini çağırmak mecburiyetinde kaldı.
Gelen adam babacan tavırlı bir adamdı,sonradan müdür olduğunu öğrendiği
bu adama çocuk isteğini bir daha tekrarladı ve elinde tutuğu
parasını uzattı. Unkapanında sabun fiyatlarını öğrenmesine
rağmen,fiyatı bir de müdürden öğrenmek istedi. Fiyat çok
makuldü. Ancak pahlı bulmuş gibi davranmak istemesine rağmen
dev fabrika karşısında pazarlık gücünün olmadığını müdürün
yüz ifadelerinden anladı ve nazlanmayı kısa kesti. Ancak parayı
alan giden müdürün arkasından “ sabunlar kuru olsun amca “
diyebildi. Çünkü kilo ile satılan sabunların yaş olanları ağır
çekiyor,kurudukça fire veriyordu. Suya para vermeye hiç niyeti
yoktu.
Bir amerikan bezi çuval içine
doldurulmuş elli liralık sabun, yapılı bir hamal tarafından
kapıya getirildi. Bekçi ve hamal şaşkın bakışlarla çocuğun
bu çuvalı nasıl götüreceğini düşünürken,çocuk çuvalı
kaptığı gibi ensesine oturttu. Çuval ağırdı ama,çocuk ta
idmanlıydı. Yıllardır barfiks çalıştığından dolayı
kasları oldukça gelişmişti. Yürüyerek kartal tren
istasyonuna doğru gitti. İstasyon oldukça uzaktaydı. istasyona
varınca biraz nefeslendi,tekrar kaçak olarak trenle
Güzelyalı istasyonuna kadar sabun çuvalı ile gelip
orada kurulan pazarda tezgahını kurdu. Limon satan bir esnaftan
bir limon sandığını alıp ters çevirince sabunlarını yığacak
bir tezgah oluşmuştu. Kısa zamanda ucuz sabunlar alış veriş
eden kadınlar tarafından kapışıldı. İş karlıydı.
Ertesi günler de aynı şekilde Asya yakasında olan semt pazarlarına
ucuz sabun taşıyıp durdu. Her şey pek güzeldi ama boynuna
koyduğu sabun çuvallarındaki sert sabunların kenarı ensesini
yara yapmış,her gün taşınan çuvallar yaranın iyeleşmesine
fırsat vermediği gibi yarayı gün be gün daha da beter yapmıştı.
Yaranın geçmesini beklemek zaman ve kazanç kaybı olacaktı.
Birkaç çuvalı alacak parası da birikmişti. Ufak bir kamyonet
tutup,daha yüklü miktarda mal almaya karar verdi. Bunu yapmadan
evvel ahbap olduğu limoncularla konuşup konsinye mal vermeyi
teklif etti. Limoncular genellikle şarapçı, yaşlı, pazarcılardı.
Hepside gün görmüş,kamil,namuslu adamlardı. Teklifini hoş
karşıladılar,para bağlamayacaklar çocuk sabunları ayaklarına
kadar getirecek onlar da çocukla aynı fiyattan satacaklar,satıştan
% 20 civarında da para kazanacaklardı. Çocuk limoncuların sattığı
sabunlardan daha az kazanacak ancak sürümden daha çok kar
edecekti. Diğer yandan sabunları sırtında taşımayarak yarasının
geçmesini sağlayacak ve işinden olmayacaktı.
Kararını aynen uyguladı. Artık küçükte olsa kamyonetİle fabrikanın
kapısına dayanıyordu. Müdürden bir müddet sonra iyi bir ıskonto
da koparınca keyfine diyecek yoktu. Akşamları ise oturduğu
semt olan Selimiye’nin yazlık sinemasında yer gösteriyordu.
Boynundaki yaradan dolayı boynuna şık bir mendil bağlıyor,kovboy
gibi geziyordu. Yaz bol kazançlı geçmişti,bir müddet sonra
istediği bisikleti aldı. Şimdi onu harç parası için satmanın
burukluğunu yaşıyordu. Ancak İstanbul aynı İstanbul değil,kendisi
de ortaokuldan mezun olmuş çocuk değildi. Ne bisiklete
binilecek mekan kalmıştı,ne de bisiklete binen. Harç parasını
görevliye uzatırken hangisine üzüleceğini bilmiyordu.
Erdoğan
ıldız
|