27/8/2000
Merhaba İskender
Evlendiklerinde
bir anlaşma yapmışlardı. On sene çocuk yapmayacaklar,birlikte
dünyayı gezecekler,birlikte hayatın tadını çıkaracaklardı.
Nitekim öyle de yaptılar,birlikte bütün heveslerini aldılar.
Bebek’te oturuyorlar birlikte Kapalıçarşıda ki iş yerlerine
birlikte gidip geliyorlardı. Genellikle 8.15 vapuru ile işlerine
gittiklerinden erkenden kalkıp kahvaltılarını yapıyorlardı.
Bir gün kahvaltıda adam karısına çocuk yapıp yapmamak konusundaki
fikrini sordu. Ne de olsa belirli bir yaştan sonra çocuk yapmak
kadınlar ve doğacak çocuk açısından riskli bir işti. Kadın
da son günlerde monotonlaşan hayatından bezmiş,memleketini özler
olmuştu. O yıllarda Türkiye’de esen terör havsı da kadının
huzurunu olumsuz etkiliyordu. Ne de olsa kadın Hollanda asıllıydı.
Kadın kocasının sorusu üzerine düşünceli,düşünceli cevap
verdi.” Ben de çocuk istiyorum ama,çocuğu annemin yanında
Hollanda da doğurmak istiyorum” dedi.
Adam bu cevap üzerine harekete geçti. Kapalıçarşı ve civarında 13
dükkanı vardı. Sarnıçlı handaki 3 dükkanı ve kaplı çarşı
iç bedestende bulunan kendi mülkü dükkanı tutu. Diğerlerini
kapattı. Çarşıda babası,sarnıçlı handaki dükkanları da
kardeşine teslim etti. İki kardeşi ve yanında çalışan bir yancı ile bir halı tamircisine
de küçük hisseler vererek yeni bir şirket kurdu. Bu yeni şirketle
de Hollanda da kuracağı şirkete mal teminini gerçekleştirecekti.
Bebekteki dairelerini,çarşıda kapatmadıkları dükkanlarını olduğu
gibi bırakıp,sadece valizleri ile Hollanda’nın yolunu
tuttular. Rotterdam’ın en mutena semtinde 3 katlı
bir villa alarak,Hollanda’da ki yaşamın temellerini attılar.
Evlerinin yakınındaki bir köyde bir halı toptan deposu açarak
işlerini de yoluna koyarken,bir taraftan da yapmak istedikleri çocuk
için yoğun hazırlıklara başladılar. Adam bir yandan işlerini
Avrupa geneline yaymak için Belçika ve Avusturya da şubeler açıyor,bir
yandan da Türkiye’de ki mevcut şirketlerini ayakta tutmaya ve
geliştirmeye çalışıyordu.
Adam Malatyalı,asılları da Yeşilyurtluydu. Malatya Yeşilyurtluların
bir töresi vardı doğacak erkek çocuklarına kavak ağacı
dikerlerdi. Adam bu töreyi de yaşatmak istiyordu. Bu münasebetle
,bir taraftan da halı çiftliği kurmak ve bu çiftlikte aynı
zamanda kavak yetiştirmek için Türkiye’nin her tarafında
arazi arıyordu. Bin dokuz yüz seksen bir yılı içinde karısı
hamile kaldı. Ültrasonda doğacak çocuğun erkek olduğu görülüyordu.
Daha önceden doğacak çocuklarına hem kız,hem de erkek ismi
tesbit etmişlerdi. Seçilecek ismin her iki kültürde de hoş
karşılanmasına uluslar arası platformda kolay okunup yazılmasına
özen göstermişler,isim kitaplarından binlerce ismi taramışlardı.
Neticede doğacak erkek çocuğuna İskender,kız çocuğuna da
Esma ismini vermeyi kararlaştırmışlardı.
İskender yoldaydı. Bir taraftan odası ve eşyalarının hazırlığı
başlamış,bir taraftan da oturdukları muhitte hamile kalan kadınların
gittiği hamilelik kursunda eğitime başlamışlardı. Hollanda
da sağlık sistemi böyle idi. Her ailenin oturdukları muhitte
bir aile doktoru bulunmaktaydı. Bu doktor tüm sağlık olaylarına
yön veriyordu. Hamileleri kursa yönlendiriyor,ameliyatlık veya
ağır hastaları hastahanelere yönlendiriyor. Ufak tefek
ameliyatları ve hastalıkları kendisi hallediyordu. Bu doğum
kurslarında kadına doğum hakkında gerekli bilgiler verildiği
gibi doğum sırasında gerekli kasları kullanması için de
egzersizler yaptırılıyordu. Ayrıca doğum yapacak kadının eşinin
de doğum esnasında yanında olması, eşinin elini
tutarak nefes hareketlerine yardımcı olması isteniyordu. Sancı
geldiğinde eşler el ele tutuşarak uf,uf,uf, diye nefes alıp
veriyorlar,bu kadının sancısının hafiflemesine yardımcı
oluyordu.
Çocuğun 10 ila 15 ağustos 1982 tarihleri arasında doğacağı hesap
edilmiş,hastahaneden randevu buna göre alınmıştı. Su torbasının
patlama ihtimaline göre ,nasıl hareket edecekleri,kadını nasıl
arabaya bindirecekleri vs gibi tüm detaylar için eğitim ve
tedbirler hazırdı.
12 ağustos günü arka bahçelerinde saat 18.00 sıralarında yemeğe
oturmuşlardı. Hava çok güzeldi. Yemek bitip tabakları mutfağa
taşıdıktan sonra kadın üst kata çıkarken suyu patladı.
Telaşsızca hastahaneyi aradılar,Golf marka arabalarının arka
koltuğuna bir yastık yerleştirerek kadını oraya hafifçe
uzattılar ve pekte uzak olmayan hastahanenin yolunu tutular.
Hastahaneye vardıklarında hemşireler doğum için bekleme odasında,
kahveleri hazırlamışlardı bile. Cihazlarla durum tespiti yapıldı,sancıların
ne zaman sıklaşacağı konusunda tahminler yürütüldü,doktorla
birlikte kahveler içildi. Doktor sancıların gece yarısından
sonra sıklaşacağını,kendisinin evine gideceğini ve gece yarısından
sonra tekrar hastahaneye döneceğini söyledi. Nitekim öyle de
oldu. Karı koca hastahanede İskender beyi beklemeye
koyuldular. Gece yarısına doğru sancılar hızlanmaya başladı.
Saat 2.00 ye doğru kadını doğum haneye aldılar. İki hastabakıcı,doktor
ve kadının kocası odada bulunuyordu. Sancılar geldikçe
uf,uf,uf lar başlıyor. Sancılar geçtikten sonra hep beraber
havadan sudan bahsediyorlardı.
Sabah saatin 6.00 sı olmuştu. Doğum yakınlaşmıştı. Kadının da
kendi doğumunu görebilmesi için bacaklarının arasına
kocaman bir ayna yerleştirdiler. Durumunu gören kadın
hareketlerini daha iyi koordine edebiliyordu. 6.30 a doğru İskender
beyin başı göründü. Çok geçmeden de tüm vücudu dışarıda
idi. Doktor çocuğu ayaklarından tutup havaya doğru kaldırınca
çocuk başını kıvırarak yumuk gözlerle sanki etrafa bakmak
istedi. Adam bu anı hayatı boyunca unutmayacaktı. Adam birden
bu yüzü bir yerden tanıyorum diye içinden geçirdi. Çocuk müthiş
bir şekilde adama benzemişti o an. Yüksek sesle Türkçe olarak
“ Merhaba İskender “ deyiverdi.
Doktor ayaklarından tutuğu çocuğu olduğu gibi annesinin doğum için
giydiği beyaz önlüğün göğüs tarafına bıraktı. Bu an kadının
zafer anıydı. Başarı ile bir çocuk dünyaya getirmişti. Gözlerinden
olayın gururu okunuyordu. Hemşireler şampanyayı patlattı.
Odadakiler doğumu kutladılar. Birde üzerlerinde küçük renkli
şeker taneleri bulunan bir çeşit doğum tatlısı hazırlamışlardı.
Bunlar da yenildikten sonra çocuğu yıkamak için annesinden aldılar.
Yorgun düşen anneyi yatacağı odaya götürdüler. Çocuğun
ilk yıkama işlemini genellikle babaya yaptırıyorlardı. Adam
bu işlemi seve seve yaptı. Büyük bir haz almıştı.
Hastahaneden çıktıktan sonra da daima bu işlemi adam yapmaya
devam etti.
Çocuk yıkandıktan sonra çocuğu yeni doğmuş bebeklerin yanına
koluna hüviyetini gösteren plastik bir bilezik takarak aldılar.
Adam karısının yanına gittiğinde kadın uyumak üzereydi. Karısını
öpüp hastahaneden ayrıldı. Artık sabah olmuş,iş yerleri açılmıştı.
Doğru daha evvel sipariş verdiği matbaanın yolunu tuttu. Matbaacıya çocuğun
boyunu,kaç kg ağırlığı olduğunu ve doğumla ilgili diğer
detayları verdi. Çocuklarının doğumunu,doğum kartı ile
dostlarına duyuracaklardı. Çocuk erkek olunca bu doğum kartlarında
mavi,kız olunca pembe kurdele oluyordu.
Evde duyuruyu yapacakların listesi hazırdı,postaneye uğrayarak
gerekli sayıda pul aldı,evin yolunu tutu. Müthiş bir olay yaşamıştı.
Karısı Türkiye’de doğum yapsaydı buların pek çoğunu yaşamayacak
bir doğum olayının müthiş keyfini çıkaramayacaktı. Karısının
Hollanda da doğum yapmayı istemesine minnettardı. Bu güzel
tabiat olayını Türkiye’deki erkekler genellikle yaşayamıyorlar,bir
yanları devamlı eksik kalıyordu. Bu zenginliği yaşattığı için
tüm hayatı boyunca karısına teşekkür etti. Bu her şeye değerdi.
Erdoğan ıldız
|